BİR KEDİM BİLE YOK
Mustafa KOÇ
Sezen Aksu’nun “Bir kedim bile yok” diye şarkı söylediği yıllarda o kadar da dikkatimi çekmemişti, ille de bir kedimiz mi olmalıydı? Ya da kedisi bile olmamak bu kadar önemli miydi?
Gerçekte bu dünyayı bizimle ortak paylaştıkları için bütün canlıları seviyordum. Büyük dedemin kedileri olduğunu öğrendim ama daha önce benim bir kedim olmamıştı. Parklarda, sokaklarda kedilere yiyecek sunan insanların bunu sadece iyilik olsun diye yaptığını sanıyordum. Oysa zamanla anladım ki insanların çoğunda müthiş bir kedi sevgisi varmış. Toplumda adeta bir kedi kültürü oluştuğu anlaşılıyordu.
Kedilerle ilgili anıları, hikayeleri okuduktan sonra “bunca yıldır kedisiz nasıl hayat geçirdik peki” diye soracağım geliyor. :) Adeta kendimi suçlu hissettim. Bir de kediler üzerine yazılmış yazılarla sıkça karşılaşmaya başlayınca gördüm ki bunun bir edebiyatı bile varmış: Kedi Edebiyatı…
Tarihteki birçok ünlünün, sanatçı ve edebiyatçının hatta kralların ve kraliçelerin bile kediyle ilgili söyledikleri az değil:
İşte bizden biri Orhan Veli, bir şiirinde kediler arasındaki sınıf ve mevki farklarını anlatır. Şiir adeta kapitalist, yani tuzu kuru kediyle; sosyalist, yani proleter kedilere yazılmış. Sanki kedilerin kendilerine bir sahip seçme hakkı mı var ki?
“Uyuşamayız yollarımız ayrı;
Sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi;
Senin yiyeceğin kalaylı kapta
Benimki aslan ağzında
Sen aşk rüyası görürsün, ben kemik.”
Ünlü yazar Ernest Hemingway bile şöyle demiş:
“Bir kedi net olarak duygusal dürüstlüğe sahiptir: İnsanlar birçok sebeplerle duygularını saklayabilirler, ancak kediler bunu yapmazlar. “
Kediler üzerine söylenmiş o kadar söz var ki…
“Hayatın ızdırabından iki kaçış yolu vardır: Müzik ve kediler.” – Albert Schweitzer
“Bir kedi yavrusu kürklü bir (tatlı) beladır.” – Christine Harris
“Kediler kapalı kapılardan nefret ederler… Ne tarafında olurlarsa olsunlar.” – Lilian Jackson Braun
“Kedisiz ev ne kadar güzel olsa da ev sayılmaz.” – Mark Twain
“Minicik bir kedi yavrusu bir sanat şaheseridir. “ – Leonardo da Vinci
“Köpeklerin sahipleri olur, kedilerinse köleleri.” – Amanda Bell
“Bir kediyle geçirilmiş zaman asla vakit kaybı değildir.” – Sigmund Freud
“Kedileri eğitemezsiniz onlar sizi eğitir.” – Allen ve Ivy Dodd
“Hayatta bir kedi tarafından karşılanmaktan daha fazla insanın içini ısıtan çok az şey vardır.“ – Tay Hohoff
Kedilerle ilgili duyguların özetini ise Pam Brown söylemiş:
“Bir kedinin verdiği teselliyi asla küçümsemeyin; bir şey söylemez ama küçük dokunuşlarla, sürtünme ve yaslanmalarla size sevgisini gösterir ve kederinizden uzaklaştırmaya çalışır.”
Hadi bir söz de benden olsun:
“Bir kediniz yok mu? Öyleyse bir daha düşünün!” J
Bütün bunların gerçeği yansıttığını, yayla evine çıkıp gelen bir kedi yavrusu bizim eve yerleşip kaldıktan sonra anladım. Beyaz bir yumak gibiydi adı da sanki kendisiyle gelmişti. Pamuk, kedilere bakış açımı değiştirdi. Onların ne kadar sevimli, muzip ve sevgi dolu olduklarını anladım. Şimdi nerde bir kedi görsem dönüp bakıyor, adeta selam veriyorum. İnsanlar kedilerinden bahsettiklerinde şimdi daha çok kulak kabartıyorum. Ceren öğretmenin okula çıkıp gelen ya da yolda karşılaştığı kedilerle kurduğu iletişimi, onları beslemek için gösterdiği çabaları önceleri biraz yadırgasam da artık kedi dostlarını daha iyi anlıyorum. Bazı arkadaşlarımın ve bütün çocukların bu sempatik hayvanlara düşkünlüğünü görünce artık yadırgamıyorum.
Anladım ki hayatımıza değer katan doğa, ağaçlar, kuşlar, çiçekler, insanlar ve çocuklar dışında hala yeni şeyler keşfedebiliyoruz. Ve bu değerler hayatımızı renklendiriyor. Demek ki hayat, sevdiklerimizle ve sevdikçe zenginleşiyor!
***
Evde kedi besleme alışkanlığımız yoktu. Bir sabah, Feslikandaki yayla evimize beyaz bir kedi yavrusu çıkageldi. Belli ki yolunu şaşırmıştı ve sığınacak bir yer arıyordu. Ona yiyecek bir şeyler verince yanımızdan ayrılmadı ve aramıza katıldı. Zaman içinde anladık ki adeta eve bir kişi daha gelmişti. Eşimin astım sorunları olduğu için o başlangıçta biraz mesafeli durmaya başladı. Oysa bir kedi astım hastası için de belki bir terapi görevi yapabilirdi. Kısa zamanda Pamuk bize alıştı, biz ona alıştık. Yayla evinde fazla kalamadığım için hafta sonları karşılaşmalarıyla aramızda bir köprü kurulmuştu.
Eşim Pamuk'la aramızdaki samimiyete arada burun kıvırıyor, onu benim kadar sevse bile belli etmiyordu. Yaz boyu bizimle büyümüştü ve mutluydu Pamuk. Yaz biterken şehre inince onu eve, yanımıza almak zorundaydık. Ancak eşim ne olursa olsun kedinin tam gün evde olmasını istemiyordu; "Tüyleri dökülüyor, bana çok zararı dokunabilir" diyordu. Haksız da sayılmazdı ama bir orta yol bulmak zor olmadı. Gündüzleri dışarıda kalacak, akşamları eve alacaktık. Kısa sürede bu sisteme alıştık. Pamuk da alıştı buna; her akşam eve geliyor, sabahleyin işe gider gibi benimle dışarı çıkıyordu.
İnanılır gibi değil, bir kedi ciddi şekilde hem bize bağlandı hem de bizi kendine bağladı. Her akşam okuldan eve dönerken sitenin önünde saksı gibi dikilip yolumu gözlemesi beni de etkiliyordu. Karşıdan geldiğimi görünce inanılmaz bir hızla bana doğru koşup yoluma eşlik ederdi. Birlikte yürüyünce apartman kapısının önünde dikilip başını havaya kaldırır ve kilidi açmamı beklerdi. İçeri girince önce asansörün önünde sonra da evin kapısında aynı şekilde bekler, ön ayaklarıyla bir an önce eve girmek için kilide tırmanırdı.
Pamuk'la yaşamaya alışmıştık. Bir yerde okumuştum, kediler bazen kendilerini ev sahibi gibi görebilirmiş. Kim bilir belki de o bizi kendisinin evcil hayvanları gibi görüyordu. Evde daima değişik davranışlar gösterir, varlığını bir şekilde belli ederdi. Yerlere yatar, yuvarlanır, kendisiyle oynamamızı isterdi. Bazen elime dokunur, parmağımı ağzına alır dişlerinin sivri uçlarını hissettirmeden tatlı tatlı ısırırdı. Çok cesurdu, en karanlık odaya bile cesaretle dalar, yüz vermediğimiz zaman sabırla beklemesini bilirdi.
Zamanla değişik davranışlar göstermeye başladı. Sonradan kedilerin her davranışının bir anlamı olduğunu öğrendim. Nerdeyse bunun bir ansiklopedisi varmış meğer. Artık onun davranışlarını tahlil etmeye de başlamıştım.
Anladım ki kediler asla duygularını saklamıyordu. Mutluysa başka, acıkmışsa başka, naz yapmak için başka, sevilmek istediğinde başka kılığa girer, duygularını açığa vururdu. Zaman zaman istemeden kuyruğuna basılsa da ayak altında dolaşmayı çok sever, odadan odaya peşimden gelirdi. Birlikte oynarken biz mi onunla oynuyorduk o mu bizimle oynuyordu belli değildi. Kuyruğunu sallar, ayaklarıma sürtünür ve koltuktaysam yanıma sokulur, mırlardı. Bilgisayar başındayken koşarak kucağıma oturur, ekrandaki sahte farenin (maus) hareketlerini izlerdi. Bazen üstüme atılır, gözlerime bakarak tırmanır, ön ayaklarını yana açarak iki boynuma doğru sarılırdı. Yatarken mutlaka yatağın üstüne atlar ya da yorganın ucundan varlığını belli ederdi. Eşim onu kovmadan da odadan gitmezdi.
Sitenin önünde birçok kedi vardı ama Pamuk bize sanki hepsinden farklı gibi geliyordu. Herkesin kedisi kendine farklı geliyor olabilir tabi. Komşular da ona alışmış, ara sıra gözlemlerini paylaşırdı.
İki ay içinde onu ailenin bir bireyi gibi görmeye başlamıştık. Akşam üzeri eve dönerken sitenin girişinde onu göremezsem tedirgin olurdum. Nitekim bir akşam eve dönünce kapıda beklemediğini fark ettim. Geç de olsa gelir diye düşündük, ama o akşam hiç haber alamadık. Soğuk bir kış gecesinde dışarıda kalmasını istemiyorduk. Eşim de ben de çok üzülmüştük, gece boyunca sitenin önüne inip aramaya çıktık. Pamuk kaybolmuştu. O gece gelmedi. Ya bir kaza oldu, ya başka bir kedinin peşine takıldı ya da birisi alıp götürdü diye düşündük. Ama onun eksikliğinin bizi bu kadar etkilemesi şaşırtıcıydı.
Ertesi gün eve dönerken aklımda dün gece kaybolan Pamuk vardı. Acaba geri dönecek mi diye merak ediyordum. Gözüm apartman girişindeki “beyaz saksıyı” aradı ama yoktu. Onu göremeyince keyfim kaçtı. Kapıya doğru yönelirken o da ne, binanın diğer tarafından fırlayıp gelen beyaz yumağın Pamuk olduğunu gördüm, nasıl sevindiğimi anlatamam. Karşıdan koşarak geldi ve önümde durdu, başını kaldırıp bana suçluymuş gibi baktı. Boynunda mavi boncuktan bir bileklik vardı; dün gece onun başka bir evde misafir edildiği anlaşılıyordu. Gündüz serbest bırakmış olduklarını ya da bir yolunu bulup kaçıp geldiğini düşündüm.
Pamuk, gözümüzde adeta daha da değerlenmişti. Ona daha özenli bakıyor, bizimle kalması için sanki ona yalakalık yapıyorduk. Okuldan dönerken ona özel yemekler seçip getiriyordum.
Bir gün eşim koltuğun üzerinde bir tutam kedi tüyü görünce onu fena halde azarlamıştı. Çünkü doktoru ona kedi ve köpek tüylerinden uzak durmasını söylemişti. Bugüne kadar kedi yüzünden bir sıkıntı yaşamasa da yapışkan tüy toplama rulosu almıştım. Pamuk'un oturduğu yerlerdeki tüyleri gizlice yapışkan ruloyla topluyordum. Eşimin astım sorununa zarar gelsin istemiyordum. Gerçi o da böyle bir risk olsa bile hiçbir zaman "Pamuk'u artık eve almayalım" demedi.
Birkaç gün sonra bir akşam yine işten eve geldiğimde Pamuk ikinci kez apartmanın önünde yoktu. Mutlaka döneceğini, her günkü gibi beni apartmanın girişinde bir beyaz saksı gibi dikilerek bekleyeceğini umuyordum.
Aradan üç gün, beş gün, bir hafta geçti, ama Pamuk geri gelmedi.
Komşular da bizimle birlikte üzüldüler. Arada bizim yerimize ona yiyecekler veren alt komşumuz; "Sevimli kediydi, biri alıp götürmüş olmalı, yoksa gelirdi" dedi. Birinci kat komşumuz, bir dişi kedinin arkasından gidip dönmemiştir" derken başkaları da "Bir kazaya uğramış olabilir", "yolunu şaşırmıştır, bir gün çıkar gelir" gibi açıklamalar getirdi. Eşim ise “acaba ben azarladım diye küsüp bizi terk etmiş olabilir mi” diye yorum yaptı.
Ona ne de çok alışmışız, adeta evin moral deposuydu; şimdi eksikliğini hissediyoruz. Demek, Albert Schweitzer; "Hayatın ızdırabından iki kaçış vardır: Müzik ve kediler" diye boş yere dememiş.
Bunca zaman geçti, hep bir gün çıkıp geleceğini bekledik ama ondan hiçbir haber alamadık. Her ne olduysa Pamuk eve dönmedi.
Şimdi Sezen Aksu’nun şarkısını ben söylüyorum:
Benim de artık "bir kedim bile yok!" Ama sizin mutlaka bir kediniz olsun!
***