Mustafa KOÇ Yazarın Tüm Yazıları
ÖZGEÇMİŞ Antalya Manavgat Ahmetler doğumluyum. İlkokulu orada okudum. Aksu İlköğretmen Okulunu bitirdikten sonra 4 yıl ilkokul öğretmenliği ve okul yöneticiliği yaptım. Daha sonra girdiğim sınavları kazanarak Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Eğitim (Pedagoji) bö...
KANYON, BİZİM EKMEK KAPIMIZ
(HES Günlerinden kalan bu yazı, Ahmetler'in HES Micadelesi döneminde, kendileri de büyük bir HES karşıtı mücadele veren Alakırlıların Alakır Dergisinde yayımlandı. / www.ahmetler.net / Haziran 2014)
Mustafa Koç
“Atalarımız yüzlerce yıl önce susuzluktan yurtlarını terk edip Orta Asya’dan buralara göçüp gelmişler. Şimdi biz yüzlerce yıllık toprağımızı ve suyumuzu kaybederek bir daha göç etmek ve yeni bir yurt aramak istemiyoruz.”
“Ekmeğimiz kanyondan gelirdi”
Çocukluğum Ahmetler’de büyükannelerimle geçti. Dedelerimi göremedim ama iki muhteşem kadının dizinin dibinde büyümek belki de en büyük şansımdı. Babaannemle bağa bahçeye, anneannemle de ilk kez değirmene gittiğim günler aklıma kazınmış.
Hiç unutmam; bir sabah erkenden buğday çuvalları atlara, eşeklere yüklendi. Değirmene un öğütmeye gidecektik. O zamanlar benim için değirmen, sadece ekmek ve çörek demekti. Değirmen, köyün doğusundaki dağların dibinde büyük bir derenin içindeydi. Yola çıktık; hayvanların ayak izleriyle oluşmuş bir keçi yolundan gidiyorduk. Mezarlığı geçince yokuşun başındaki tepeye vardık. Geriye dönüp baktım, uzaktan köy görünüyordu.
Tepenin başında önümüze kocaman iki kaya dikildi. Yol da işte bu iri kayaların arasından geçiyordu. Çünkü dev gibi kaya adeta ortasından çatlamış, ikiye ayrılmıştı. İyi ki de ayrılmış. Şaşkınlığımı gören büyükannem; “Bak oğlum” dedi, ”Buraya Çataltaş denir, değirmene gitmek için başka yol yok.”
Dilek Taşımız Çataltaş…
İki dev kayanın arasındaki dar yoldan geçerken kayalar adeta üstüme devrilecek gibi duruyordu. Hayvanlar, ağır buğday çuvallarıyla kayalara sürtünerek geçebiliyordu.
Büyükannemden dinledim: Çok eski zamanlarda gök gözlü bir kadın buradan geçmeye çalışırken iri bir kayanın yola engel olduğunu görmüş. Başka bir geçit bulamamış ve bu koca kayanın önünde durmuş. Dolanıp geçemeyince söylenmeye başlamış:
“Yol geçecek yerde şu kayanın ne işi var? Allah aşkına, şunun büyüklüğüne bakın!” demiş.
Gök gözlülerin nazarı güçlü olur derler ya, kadının sözü biter bitmez kocaman kaya ortasından çat diye ikiye ayrılmış. İşte kanyondaki ırmağa giden tek değirmen yolu bu taşların arasından geçiyor. Derler ki Çataltaş’tan geçerken tutulan dilekler de hep kabul olurmuş.
Çataltaş’tan ırmağa doğru eğilince daha önce hayal bile edemeyeceğim sonsuz bir yeşillik çıktı önümüze. Hemen solumuzda Dikmen Tepesi, aşağılara doğru uzanan büyük bir orman, vadide cıvıldaşan kuş sürüleri, çok uzaklarda karlarla kaplı Akseki Akdağlar. Yanı başımızda uçurum kayalıkları ve adım atsanız karşı yakaya geçilecek gibi duran derin bir vadi… Önümüzde hayvanların bile zorlandığı değirmen yolu, keçiler, oğlak sürüleri... Yol boyunca önümüze halı gibi serilen renk renk çiçekler… Dağ lalelerinden oluşmuş bir sergiyi başka yerde görmedim. Kekik kokulu, çiçekli dağ yamaçları, unutulacak gibi değildi.
Daha sonra tek başıma da buğday öğütmeye gittiğim, arkadaşlarımın oğlak güttüğü bu değirmen yolu bizim için adeta kutsal bir ekmek kapısıydı. Çocukken yediğimiz ekmeği bu vadinin verdiğine inanırdık. Çünkü un çuvalları evlerimize buradan geliyordu. Çocukların çok sevdiği değirmen çöreği de öyle…
Hızır’ın dolaştığı yollar…
Anneannem bir gün tek başına değirmenden dönerken önüne ak sakallı, nur yüzlü bir ihtiyar çıkmış. Elindeki değneği un çuvallarına dürterek; “Haydi kızım, bereketin bol olsun, beni gördüğünü kimseye deme” demiş ve o anda ortadan kaybolmuş. O sene aylarca o unlar tükenmek bilmemiş. Anneannem; “Çenemi tutabilsem belki hiç bitmeyecekti. Ama dilim kurusun, söylemiş oldum; ‘Hızır’ın değnek dürttüğü’ bereketli un çuvalları sonra tükeniverdi” diyerek pişmanlığını anlatır, bereketin bu yüzden bozulduğuna inanırdı. (“Hızır deynek dürtmüş” sözü, bizin köyün Türkçesinde “bereketi bol, tükenmez” anlamında bir deyimdir.)
İşte Hızır’ın anneannemi karşıladığı, kanyon yolu... Sonradan anladık ki bu yolun sonundaki ırmak gerçekten bizim ekmek kapımızdı. Sadece Kanyona ulaştıran bir yol değil, adeta bir kutsal yoldu bu değirmen yolu bizim için. Çünkü suyumuzun, ekmeğimizin, aşımızın kaynağıydı bu kanyon. Sizin de ekmeğinizi veren ırmağınız varsa orası da sizin için kutsaldır.
***
Şimdi öğrendik ki Ahmetler Kanyonu olarak bilinen bu vadi ve su değirmeni sadece ekmeğimizi vermiyor; Ahmetler’in adını dünyaya duyuran, herkesin bildiği bir cennet köşesi burası. Her sene binlerce dünya insanı kanyona koşuyor; yüzüyor, tırmanıyor, atlıyor, yürüyor, kanoya biniyor, eğleniyor…
“HES yapma boşuna…”
İşte bu eşsiz dünya mirası, şimdi çok ciddi bir tehdit altında. Hayatında hiçbir zaman bu topraklara ayak basmamış, buranın yolundan geçmemiş, suyundan içmemiş insanlar, bir gün “HES yapacağız” diye çıkıp geldiler, vadiye iş makineleri sokarak kanyonu kirlettiler. Kanyonun içine bir zehir, bir virüs gibi dalarak değirmeni yerle bir ettiler. Ağlayan ağaçlar gördük, haykıran kuşlar… Hepsinden önemlisi büyük bir felaketin farkına varan insanlar ayağa kalktı. Feryat eden yaşlılar, gençler, kadınlar doldurdu kanyonu. Keçilerin otladığı, kekiğini, çayını, çöğresini, salebini topladıkları vadi ve suyunu içtikleri ırmak ellerinden alınmak isteniyordu.
Köydeki, kentteki yüzlerce Ahmetlerli ayağa kalktı; Gençler, Güçlüköy ayağa kalktı ve bu saçma sapan projeye itiraz ettiler. Ne itirazı, isyan ettiler adeta. Yurt savunması gibiydi her şey. Sınır beklediler; yağmur, çamur, kış demeden nöbet tuttular. Haykırdılar:
“Hayır” dediler, “suyumuzu alamazsınız, burası bizim yurdumuz, bizim Çanakkalemiz’dir…”
Üzerlerine iş makineleri sürüldü, silahlar sıkıldı, yılmadılar, biber gazı yediler çekilmediler, coplandılar, taşlarla yaralandılar, yine de vazgeçmediler. Kanyonda çadır kuruldu ve HES nöbeti başladı. Şirket, dört kere iş makinelerini toplayıp geldi ama dördünde de makineleriyle birlikte kanyonu terk etti. Gazi Paşa’nın Çanakkale’de söylediği şekilde; “Geldikleri gibi gittiler!”
***
Oyunun ikinci perdesi pusuda…
Ama su uyur, düşman uyumazmış. En küçük fırsatta yine gelmek isteyecekler. Çünkü para için yıkılmayacak ağaç, kurutulmayacak dere yok. İyice anlaşıldı ki bir şirketin kazancı uğruna kaybedilmeyecek toprak, gözden çıkarılmayacak insan da yok. İşte buna, bu haksızlığa razı değil bölge insanları.
Şimdi Ahmetler, yediği ekmeği, içtiği suyu kaybetmemek için kanyonda nöbete devam ediyor. Atalarının ekmek yolunu kaybetmek istemiyorlar. Çünkü bir şeyi kaybettikten sonra yas tutmanın yararı yok. Bedel ödenecekse zamanı bugündür diyorlar ve yaşam alanlarının ellerinden alınmasına, kanyonun çöl olmasına, tarihi ve turistik zenginliklerin heba edilmesine karşı çıkıyorlar. Bayırlarda hayvan otlatan çobanlar, kekik toplayan gelinler; salep, çiğdem kazan kızlar, ekmeğini taştan çıkaran gençler geleceklerini ve un öğüttükleri derelerin hatıralarını kaybetmek istemiyorlar.
Ancak daha da önemlisi şimdi Ahmetler sahip olduğu doğal zenginlikleri sadece kendileri için değil; senin adına, benim adıma, bizim adımıza bekliyor. Çünkü kanyon sadece Ahmetler’in değil hepimizin zenginliğidir ve gelecek kuşaklara bırakılacak bulunmaz bir doğa mirasıdır. Toprak, eğer korursanız yurdunuz olur, koruyamazsanız bir gün kendinize başka bir yurt ararsınız.
Bir daha göçmek istemiyoruz…
Atalarımız yüzlerce yıl önce susuzluktan yurtlarını terk edip Orta Asya’dan buralara göçüp gelmişler. Şimdi biz yüzlerce yıllık toprağımızda suyumuzu kaybederek bir daha göç etmek ve yeni bir yurt aramak istemiyoruz. Zaten gidecek başka yerimiz de yok.
Gelin, birlikte bir dilek tutalım…
Ahmetler’in çığlığına bugüne kadar destek olan herkese şükran borcumuz var. Ne var ki bu oyun henüz bitmedi; Ahmetler ve kanyonu yutmak isteyen HES canavarı pusuda bekliyor. Bu belayı ise ancak birlik, dayanışma, hukuk ve akılla önleyebiliriz.
Antalya ve Türkiye kamuoyu geçen dönem Ahmetler’e sahip çıktı, medya sahip çıktı, yurdun dört bir yanından destek geldi. Bu desteğin devam etmesini, halkın duyarlığı kadar devlet makamlarının da duyarlığını bekliyoruz. Yasal dayanaklarımızın dikkate alınmasını istiyoruz. Yasal sürece saygı duyulmalı, süreç bitmeden bir ağaç dalına zarar verilmemelidir. Ayrıca mahkemelerdeki dosyalar titizlikle incelenirken kamu yararının gözetileceğini de umut ediyoruz.
“İmha” değil, “İmar” edelim!
Ahmetler; doğal zenginlik, orman, ekolojik tarım ve bir turizm alanı. Devlet makamlarından yasal sürece saygı, bilimsel gerçeklere ve uzman görüşlerine duyarlık talep ediyoruz. Anlamsız, küçük bir HES için koskoca kanyonu “imha” etmek yerine; tarım, hayvancılık, tarih, turizm ve doğal yaşam için bu vadiyi “imar” etmeyi düşünmeliyiz.
Şimdi oyunun ikinci perdesi açılırken doğaya, çevreye ve insana duyarlı herkesi Çataltaş’a bekliyoruz. Gelin kanyonu kurtarmak için siz de bir dilek tutun. Dualar geçidi, dilek taşına yolunuz düşsün; Hızır’ın bereket yolunda, Ahmetler’in ekmek vadisinde birlikte yürüyelim.
Sevgi ve saygıyla…