YAÄžMURLAR, GÜVERCÄ°NLER ve KEKLÄ°KLER
YaÄŸmurlar azaldığında güvercinler kayboldu;
Avcılar ve ilaçlar çoÄŸaldığında ise keklikler tükendi...
Mustafa Koç
Ä°lk çocukluk yıllarımda yaylaya giderdik. Orada bütün çocuklar, ailedeki iÅŸbölümüne katılırdı. Biz de oÄŸlak güder, tezek toplar, topalak kazardık. Bir gün, hala kızı Ünzüle’yle yayla tepelerinde oÄŸlak güderken birden baÅŸlayan bir yaÄŸmura yakalandık. OÄŸlaklar kaya diplerine sığınmış, biz ortada kalmıştık. Aman Allahım, ne büyük dolular iniyordu gökten üstümüze! Sanki oÄŸlakları birinin bahçesine saldık da sahipleri yukarıdan bize taÅŸ yaÄŸdırıyor gibiydi.
Ünzüle’yle bir kayanın altındaki daracık boÅŸluÄŸa sığınırken nasıl aÄŸladığımı hep hatırlarım. Ancak aÄŸlamamın nedeni kulaklarımı acıtan dolular deÄŸildi. Babam bana ilk kez yeni bir postal almıştı. YaÄŸmurdan kayanın altına uzandığımızda ayaklarım dışarıda kaldı. Bu postal benim için o kadar deÄŸerliymiÅŸ ki “Postallarım ıslandı!..” diye çok aÄŸlamıştım.
Bu büyük yaÄŸmurlar o zamanlar sadece Ahmetler Yaylasında yaÄŸmıyordu. Kış mevsiminde köyümüze de aralıksız yaÄŸmurlar yaÄŸardı. Bu uzun kış yaÄŸmurları, bazen gece gündüz, günlerce sürerdi. Çobanlardan baÅŸka kimse iÅŸine gücüne bile bakamazdı.
Sabahlara kadar yaÄŸan yaÄŸmurun evimizin yongalı çatılarında çıkardığı seslerle uyuyup kalmak, ÅŸimdi çok gerilerde kaldı. Babamın tatlı bir tonda okuduÄŸu kur’an, çocukluÄŸumuzun yaÄŸmurlu gecelerindeki en güzel müziÄŸimiz gibiydi. O, bize daima “YaÄŸmur rahmettir; bereket getirir” derdi.
Kışın yaÄŸan yaÄŸmurlarla derelerin suları, geçilemeyecek kadar taÅŸar, bahara doÄŸru kaya diplerinde, yol kenarlarında, topraktan sular fışkırırdı. Kapuz Irmağındaki tahta köprüyü sık sık sel alırdı.
Köyümüzün doÄŸusunda derin bir kanyon var. Akseki’nin Murtiçi'nden baÅŸlayan bu uzun ve derin kanyonun düzlükle buluÅŸtuÄŸu bitiÅŸ noktasına Köprü Ayağı deniyor. Kapuz ırmağında o zamanlar bir sabit köprü yok… Kış günleri karşıya geçmek kolay deÄŸildi ve ulaşım, her defasında sellerin alıp götürdüÄŸü geçici tahta köprülerle saÄŸlanırdı. Kanyonun bitiÅŸ noktasındaki dar geçide birkaç tane aÄŸaç kalas atılmadan ırmaktan karşıya geçilemezdi. Ä°ÅŸte o bol yaÄŸmurlar döneminde yazları bile su sıkıntısı yaÅŸanmazdı.
O yıllarda iklimler toprağı ve doÄŸayı susuz bırakmayacak kadar cömertti. Bu yaÄŸmurlar, adeta göklerden bereket ve bolluk indiriyordu.
YaÄŸmurların çok yaÄŸdığı zamanlarda köyden aÅŸağılarda güvercin alaylarının dolaÅŸtığını söylersem kimse inanmayacak. Çünkü o güvercin sürülerinden ÅŸimdi eser yok. Güvercinlerin de diÄŸer kuÅŸlar gibi avlandığını ve bir tüfek atışıyla beÅŸ altı tane güvercinin aynı anda vurulduÄŸunu söylesem de size masal gibi gelecek.
O dönemde ÅŸemsiye mi vardı sanki? YaÄŸmura yakalandınız mı güzelce ıslanırdınız. Åžaka deÄŸil ya; sırılsıklam ıslanacağımız bir yaÄŸmuru bile özler hale gelirsek ÅŸaşırmayalım.
Günlerce yaÄŸan yaÄŸmurlar artık yok. Adeta o eski yaÄŸmurlar bizi terk etti. Onlar terk edince sanki güvercinler de terk etti köyümüzü. Sonra arkadaÅŸlarla solucanları yem yapıp kapan kurarak tuttuÄŸumuz al benekli “cikçi”ler, serçeler kayboldu. Ä°ncirleri çok seven alafalakları, kırların güzel kuÅŸları bozlakları, bıldırcınları, karatavukları ve sabah ÅŸarkılarıyla bizi uyandıran bülbülleri gören var mı?
Hepsinden önemlisi keklikler nereye uçtu gitti? Bütün kınalı keklikleri Ahmetlerli Çilingir Mustafa mı avladı sanki? Åžimdi köyde hiç keklik ötüÅŸü duymayan çocuklar varsa çok yazık! Ne yazık ki ketirlerin, TaÅŸ Harmanların, AÅŸağı Köylerin ve Kızıl Büklerin gerçek sahipleri, kınalı keklikler yok artık. BaÄŸa, bahçeye giderken her kayanın tepesinden "gık gıbık, gık gıbık!..." diyerek diÅŸisini çağıran güzel keklikleri ve onların ötüÅŸlerini özlüyoruz. SoÄŸuk kış gecelerinde sinilerin ortasına hazırlanan ve "Arabaşı" denilen hamurla birlikte içtiÄŸimiz nefis keklik çorbalarını da özledik…
Yeryüzündeki bitki ve hayvan türleri giderek azalıyor. Köyümüzün daÄŸları, toprakları, adeta bir botanik bahçesi gibi, bin bir çeÅŸit bitkiyle dolu. Ama bunların zamanla yok olma ihtimalini de düÅŸünmeli ve önlem almalıyız.
Sonunda biz de uygarlığa yakalandık! Kekliklerini, güvercinlerini yok eden uygarlık, gerçek bir uygarlık mıdır onu bilemiyorum. Ama ÅŸunu biliyorum ki azalan yaÄŸmurlar, artan suni gübreler, zehirli tarım ilaçları ve yanlış avlanmalar, güvercinleri, keklikleri, “cikçi”leri, kartalları tüketti.
Evet, bir zamanlar kartalların da bizimle birlikte yaÅŸadığını bilmeyenler buna ÅŸaşıracaklardır. Köy deresinin alt kısmındaki yalılarda ve Ahmetler Kanyonunu oluÅŸturan Kapuz vadisindeki sarp kayalıklarda, kartal yuvaları hala duruyor. Ama Ahmetlerli kartallar da akbabalar da terk etti bizi.
Åžimdi adına “küresel ısınma” denen bu deÄŸiÅŸimin mutlaka bir nedeni olmalı. Sanki doÄŸal kaynakları kötü kullanmanın cezasını çekiyoruz. Belki de doÄŸa, kendisine verdiÄŸimiz zararlardan dolayı bizleri cezalandırıyor. Ya bu dünyayı daha yaÅŸanılır hale getireceÄŸiz ya da dünya hepimizi birer birer silkeleyecek.
Bölgenin en eski köylerinden biri burası. GüneÅŸle birlikte Torosların yamaçlarından Akdenizi selamlayan bir Türkmen köyü. Horasan’dan kopup gelen atalarımızın seçip yerleÅŸtiÄŸi son durak... Yörük gelenekleri ve sosyal kalıtımlar yavaÅŸ yavaÅŸ silinmeye yüz tutarken “uygarlığa yakalanmadan” bazı deÄŸerlerini kurtarmaya çalışan bir Yörük oymağı…
Yüzyıllardır bitkilerini, ormanlarını, koruyan Ahmetlerliler, ne yazık ki güvercinlerini, kekliklerini, “cikçi”lerini ve kartallarını koruyamadı. Hafiften “uygarlığa yakalandıkça” Orta Asya’dan gelen deÄŸerlerini kaybetmemek için de direniyor ve kayalara, taÅŸlara, aÄŸaçlara sarılıyor…
DoÄŸayı kendimize küstürdük. Rüzgarlar, bulutlar bize darıldı. Bu yüzden o eski yaÄŸmurlar geri gelmeyebilir; belli ki kartallar da dönmeyecek. Ama keklikleri ve “cikçi”leri geri getirebiliriz belki... GüneÅŸe, topraÄŸa ve Akdeniz’e olan inancımızı yitirmeden, zararın neresinden dönebilirsek dönelim; gelin, doÄŸayla barışalım!
“Ä°nsanlar, tabiattan uzaklaÅŸtıkça kalbi katılaşır.” diyen Kızılderilere ait bir sözle bitirelim yazıyı:
“Son ırmak kuruduÄŸunda, son aÄŸaç yok olduÄŸunda, son balık öldüÄŸünde; beyaz adam, paranın yenmeyen bir ÅŸey olduÄŸunu anlayacak.”
Not:
Bu yazı, 2009 yılında Doğa Derneğinde yayınlanmıştır.