Bir Sürgün Hikayesi – 4
RASTLANTILAR HAYATIMIZA YÖN VEREBİLİR
Nizip’te görevliyken tatil bitmeden Antalya’ya atanma kararım çıktı. Hemen müdür olarak görev yaptığım köy okulunun devir teslim işlemleri için Nizip’e gittim. Bu amaçla İlköğretim Müdürlüğüne uğradım. Orada hayatımın yönünü değiştirecek bir tesadüfle karşılaştım. Evrakları masadaki memura teslim ederken masanın üzerinde duran bir zarf dikkatimi çekti. Zarfın üstünde görev yaptığım okulun müdürü başlığıyla adım yazılıydı. Yani bu mektup bana geliyordu ama oradaki kimse bu mektubun bana ait olduğunun farkında değildi. Zaten daireye fazla uğramadığım için pek de tanıyan yoktu. Memura;
“Bu mektup kimin?” diye sordum.
“O mu? O mektup Yeniyazı okulunun müdürüne geliyor. Zaten yeni geldi, okullar açılınca gelip alır.”
“İyi de o kişi benim.”
“Öyleyse alın…” dedi.
***
Zarfı açtım, Milli Eğitim Bakanlığından geliyordu ve Gazi Eğitim Enstitüsü sınavını kazandığımı, birkaç gün sonraki mülakata girmem gerektiğini yazıyordu.
Sınavı kazandığıma sevinsem de bu rastlantı olmasaydı bu sonuçtan asla haberdar olamayacağımı düşünüp üzülmüştüm. Çünkü gerçekten o gün Antalya’dan birkaç saatliğine Nizip’e gelip daireye uğramam, memur odasına girmem, adıma gelen zarfın masanın üstünde duruyor olması ve oradaki zarfı fark edip sormam bir sürü rastlantının bir araya gelmesinden başka bir şey değildi. Bu rastlantıların hayatımın bundan sonrasını bu kadar çok etkileyeceğini o gün nereden bilecektim. Nitekim öyle de oldu.
Antalya’ya döner dönmez Gazi Eğitim Enstitüsündeki mülakata katılmak için Ankara’ya gittim. Burası bizzat Gazi Mustafa Kemal tarafından açılan ve liselerle ortaokullara öğretmen yetiştiren bir tür yüksek öğretmen okuluydu. Kazanırsak yatılı okuyacaktık.
Gaziantep’te mart ayında karlarla kaplı yolları aşarak güçlükle başvurabildiğim bu sınava, Mayıs ortalarında bütün ilden 360 civarında aday katılmıştı. Sonradan mülakat için sadece bir kişinin çağrıldığını öğrendim.
Ankara’ya varınca Gazi’ye sadece bir mülakat için geldiğimizi düşünüyordum. Oysa ne mülakatı, tam bir eleme maratonu yaşadık. Akademik yetenek testi, kompozisyon, meslek bilgisi ve mülakatla birlikte en az altı çeşit elemeden geçtik. Pedagoji bölümüne girebilmek için belli bir süre öğretmenlik yapma koşulu olduğu için benden çok yaşlı arkadaşlarla yarışıyorduk. Sonradan anladım ki o sınava katılanlardan en genci bendim. Sadece dört yıllık ilkokul öğretmenliğinden sonra buraya gelmiştim.
Mülakatta dört jüri üyesi öğretmen vardı. Sonradan hepsi de dersime giren bu jüri beni biraz konuşturup terlettikten sonra;
“Öğretmenlik yaptığın yerlerde yaşadığın önemli bir olay varsa anlatır mısın?” dediler.
O anda henüz etkisinden kurtulamadığım en taze anımı, Nizipteki kan davası olayını anlattım. Söylediklerim jüridekilerin oldukça ilgilerini çekti ki yaşananları ayrıntılarıyla anlattırdılar.
Sınav sonuçları açıklandığında en yüksek puanı alarak Gazi’yi Türkiye birincisi olarak kazandığımı öğrendim. Bu başarıda Nizip’te yaşadığım o kan davasıyla ilgili çabalarımdan dolayı jürinin en yüksek puanı bana verdiğini düşündüm. Rastlantılar ve orada yaşadıklarım benim hayatımın yönünü gerçekten değiştirdi.
Artık Atatürk’ün okulu olarak bilinen Gazi Eğitim Enstitüsünde yatılı okuyacaktım. İçine girince anladım ki bu okul kendi şöhretinden daha değerli bir öğrenme ortamı sunuyordu bize. Sadece mimarisi, kubbeli ihtişamı değil, öğretmen kadrosu, kütüphanesi ve köklü bir okul olarak sunduğu olanaklarla gerçekten bir üniversiteden farksızdı. Demek ki Türkiyedeki bütün Eğitim Enstitülerine “Gazi Eğitim” denmesi de okulun bu büyüklüğüyle ilgiliydi.
Hayat, önümüze artık yeni bir yol çiziyordu.
***